İlk karşılaşmamız bir final dönemimde oldu onunla…
Ne ben onu tanımıştım ne de o beni o zamana kadar…
Gözyaşları, duygular, nefret had safhadaydı ve herkes nefretini kusar olmuştu İsrail konsolosluğu önünde saatlerce eylem ve gösteri yaparken... Yoğun sınav programımızdan dolayı gidememiştik çok istememize rağmen...
İhtiyacımız da vardı hal bu ki İsrail’e sayıp sövmeye…
Özellikle beklediğim biri yoktu gelecek olan ya da ona bir şey olduğu gerekçesiyle korkup üzüldüğüm…
İçim sıkılıyordu görüntüleri izlerken…
Her izleyişte umut dolu haberdi beklediğim sadece…
Belki ölmemiştir kimse, belki yalandır haberler diye hayal kırıklığıyla sonuçlanacağını bildiğim bomboş umutlar…
Bir Perşembe sabahı…
İlk kez gördüm o çocuk yüzünü bilgisayar ekranında
19 yaşında olduğunu söylüyorlardı, bir de şehit edildiğini…
Ya da daha fazlası vardı orada yazan ama benim anladığım buydu işte…
O an hayatımda bir şeylerin değiştiğini anladım…
Hayatıma hiç tanımadığım biri giriyordu; kalbimin, ruhumun en derinlerine sızıyordu o beş dakika içinde…
FURKAN DOĞAN…
Tekrarlıyordum içimden adını hep…
Başka bir şeye odaklanmam mümkün değildi, sanki Furkan ‘ı ben göndermiştim oraya ve dönüşünü ben bekliyordum dört gözle, hevesle…
Şaşkınlık, üzüntü, telaş garip duygulardı yaşadığım…
Sınavların son zamanlarıydı ama biz ders çalışamıyorduk düşünmekten Mavi Marmara’yı
Her an onu konuşuyor, her an ağlayabiliyor, her an dalıp gidebiliyorduk uzaklara…
Furkan sebep olmuştu bu duyguların birçoğuna bunu da biliyordum
Herkes üzmüştü bizleri, hepsi ardından gözyaşları dökmüş, isimlerinin yanına can-ı gönülden ağabey, amca eklemiştik bir anda, sanki ailemizin bireyleri olmuşlardı ve çok içtendik onları böyle anarken…
Ama bambaşka birisi vardı…
Herkesten ayrıydı sanki onun acısı…
Ok gibi saplanmıştı, yakıyordu, yaktıkça sönmekten uzaklaşıp tazelenip artıyordu…
Kaplamıştı hayatımı bir anda…
Yanıltmamıştı beni; resmini ilk gördüğüm andaki hislerim…
Hayatıma girmişti bu çocuk, elimde değildi onu çıkartmak bir daha; biliyordum…
İçimden bir şeyler sürekli gitmem gerektiğini söylüyordu…
Şehadete denk tuttuğu annesini görmeliydim, her gün girdiği kapıdan girmeli, kabrinde de olsa kardeşimi görmeliydim.
Bizzat konuşmalıydım onunla, bizzat tanıtmalıydım kendimi ve bizzat onunla paylaşmalıydım duygularımı…
“KARDEŞİMDİ O BENİM”
Var olan kardeşimin sevgisinden ayrı tutamadığım bir kardeş…
Bütün bunları bizzat anlattım kardeşime…
Kabrinde mi demek gerek, makamında mı bilemiyorum, gittim işte Furkan’ıma…
Tam 2 saat…
Su gibi akıp giden, geçtiğini anlayamadığımız, geçtikçe durdurmaya çalıştığımız tam 2 saat..
Ne mi konuştuk onunla?
Bilmiyorum…
Hatırlamıyorum…
Tek bildiğim orada geçen 2 saat…
Hayatımın belki de en kısa 2 saati…
Sonrası ise ilelebet bir kardeşlik; asla bitmeyecek, asla tükenmeyecek sevgisiyle yerleşen bir kardeş sevgisi…
NOT: Devamı gelecek...
A.Serra OKUTAN
2011